Zaten o kendini getir götür, temizlik, çaycılık gibi işlere bile hazırlamıştı. Kabul edecekti yani zaten… <br><br>
Gelecek hafta; “Adrenalin başlıyor, bekleriz efendim” demiştik. <br><br> Ve bu hafta… <br><br> Personel X nihayet gönlündeki işine kavuşmuştu. <br><br> Şirketteki ilk günü “hayatının en güzel günü” olarak kaydetti, günlüğüne. <br><br> <b>“Sevgili günlük. Zor oldu, gönlümdeki beni bulmam. O kadar aradım, o kadar çabaladım ama bir türlü ortaya çıkmıyordu. Ama onu doğada buldum. Meğer, doğayla baş başa kaldığında ortaya çıkıyormuş. Ortaya çıkması için, benim doğaya çıkmam gerekiyormuş. O kadar mutluyum ki. Artık, hayatımı adayacağım bir işim var.”</b><br><br>
Şirket sahibi, gönlünü bu işe adayan Personel X ile çabucak kaynaştı. <br><br> Ofis işleri, getir götür, raporlama derken, birkaç hafta sonra patronu; <b>“Hazırlan koçum, gelecek hafta Doğu Karadeniz Yayla Turu”na gidiyoruz” </b>demez mi? <br><br> Haftanın nasıl geçtiğini bilemedi, bizim Personel X. <br><br> Bir heyecan, bir heyecan. <br><br> Bir haftada, kılık kıyafet, teçhizat dışında, internetten indirdiği bilgilerle, Doğu Karadeniz’in coğrafi yapısını avucunun içi gibi ezberlemişti. Bütün dağlar, tepeler, yaylalar, köyler, o hafta boyunca nerede ne tip etkinlikler var…<br><br> Bununla da kalmadı, Personel X. Muhtarlar Deneği ile görüşüp, önemli birkaç köyün muhtarının telefonlarını aldı gezi ve yol güzergahındaki. Ve onlara eğer hazırlık yapabilirlerse, oraya geleceklerini, misafir olacaklarını ve hatta birkaç çekim bile yapabileceklerini söyledi. Muhtarlar çok memnun olmuştu. <br><br>
Ayrıca, güzergah üzerindeki şifalı bitkileri, tarihi turistik yerleri, bal gibi şifalı ürünleri ile el yapımı köy ürünlerini de öğrendi. <br><br> Bir hafta içinde hazırladığı gezi rehberi, tam bir kılavuz niteliğindeydi. <br><br> Patron, uzaktan uzaktan Personel X’i seyrediyordu. Hayatında gördüğü, tanıştığı ve çalıştığı en inanılmaz kişiydi, Personel X. <br><br> Gezi rehberini okuduğunda gözleri yaşardı. Kendisi bu şirketin sahibiydi, ama o bile müşterilerine yol boyunca bu şekilde kılavuzluk edecek bir rehber hazırlamamıştı bugüne kadar. Ve özel bir hediye ile Personel X’i ödüllendirdi. <br><br> Personel X için, ruhunu doğurmak bu olsa gerekti. Bedeni ruhuyla kavuşamadığı ve bütünleşemediği için, bu güne kadar ki hiçbir işinde, ruhsal tatmine kavuşamamıştı. Ama bu iş, onun ruhunu ortaya çıkarmış ve işine ruh katan bir insan olmuştu. <br><br> Sevdiği işi yaptığı için, yaptığı her şey, ruhunu tatmin ediyor, severek yaptığı her işin başarılı sonucu patronunu tatmin ediyor, memnun olan patronun aldığı hediyeler Personel X’in gönlünü şenlendiriyordu. Tam bir saadet zinciri (Titan değil!) kurmuş gibiydi. <br><br>
*** ***<br><br> Gezi hazırlıkları bu şekilde devam ederken, biraz da sizlerden gelen e-postalara değinmek istiyorum. <br><br> Bugüne kadar en fazla geri dönüş aldığım yazı dizim oldu bu. <br><br> Ne kadar dayanmış gönlünüz. <br><br> <i>“Hocam, biz de Personel X olabilir miyiz?” <br><br> “Hocam, yaş 35. Bu yaştan sonra bedenimizden, ruhumuza dönebilir miyiz?” <br><br> “Kendimizi bulamamışız Hocam. Nasıl bulabiliriz?” <br><br> “Personel X benim galiba. Tam da beni anlatıyorsunuz.” <br><br> “Münir Hocam, kaybettiğimi sandığım umutlarımın yeniden yeşermesine vesile oldunuz” <br><br> “Yazınızı okudum. Gerçekten doğru. Bu kişinin yaptığını ben de yaparım ama çok önemli bir şey eksik bende. Ben ne istediğimi bilmiyorum. Sevdiğim işin ne olduğunu bilemeden de ona konsantrasyon sağlamam çok zor hocam.” <br><br> “Aslında en önemli sır, insanın hangi mesleği yapmak istediğini, daha erken yaşlarda bulmasıymış.” <br><br> “Yazınız sayesinde ben de bana uygun olan ve sevebileceğim mesleğimi buldum. Artık kendimi ona adayacağımdan emin olabilirsiniz.” <br><br> “Değerli Hocam, pazartesi günü bir arkadaşım mailime ‘Alternatif Doğa Etkinlikleri Uzmanı Personel X’in hayatını anlatan yazınızı göndermiş. Yazınızı zevkle okudum. Belki inanmayacaksınız ama sanırım burada konusu geçen personel X benim. Ben de kendimi şöyle tanımlıyorum: ‘Alternatif Doğa Etkinlikleri Uzmanı Adayı' Bundan sonraki kariyer hedefim ise Alternatif Doğa Etkinlikleri Uzmanı olmak ve bunun için yazınızda bahsettiğiniz birçok maddeyi kendime ilke edinmiştim zaten. Yazınızı da okuduktan sonra doğru yolda olduğumdan daha bir emin şekilde her şeye daha gerçekçi bakıyorum ve kendimi bu alanda yetiştirmek için üstün çaba sarf ediyorum” <br><br> ''İnsan sevdiği işi yapmalı, her ne olursa olsun'' demişsiniz yazınızın sonunda bence de muhteşem bir söz. Personel X’in hikayesi gerçekten çok güzel. Hele bir de hayatta ne yapacağını bilemeyenler (ben de dahil ) için tam noktadan vuruyor. Böyle muhteşem yazılarınız için teşekkürler, devamını bekliyoruz. <br><br> “Merhaba. İş arayıp da bulamayanlardanım. Personel X ile ilgili yazınızı okudum, etkilenmemek mümkün değil açıkçası. Elimde olmadan kendimi kıyasladım bu kişiyle, acaba ben de bir X olabilir miyim diye…” <br><br>
“Merhabalar hocam, yazılarınızı her hafta düzenli olarak takip ediyorum. Hedeflerimi bulmamda bana çok yardımcı oluyorsunuz. Ama asıl yardımınız bizi Personel X’in öyküsü ile buluşturmanız oldu. Muhteşemsiniz.” <br><br>
“Makalelerinizi severek hatta daha önemlisi etkilenerek okumaktayım. Ama Personel X’in öyküsü etkilenmenin ötesinde bir etki yarattı bende. Beni benle buluşturdunuz hocam. Teşekkürler.” <br><br> “10 yıllık çalışma hayatımda ilk kez sonunun nerede olduğunu, bu kariyer çorbasında neyin eksik olduğunu gördüm hocam. Gönül tuzu eklemeyi unutmuşum.” <br><br></b></i> *** *** <br><br> Gelecek hafta Kaçkar Dağları’na bekliyoruz efendim. <br><br> Uçuşa hazır olun. Ama gelirken gönlünüzü de getirmeyi unutmayın. <br><br>
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Birçok e-posta alıyorum “Hocam, Personel X benim” diyen. O kadar çok Personel X var ki çevremizde… Umarım hepsi için bir kariyer rehberi ve yol haritası olur, bu yazı dizisi. <br><br> Personel X masa başı işlerle işi olmadığını anlar, uzuuun uğraşlar sonucu. <br><br> Onun ruhunda, yamaç paraşütü, rafting, karting, trekking gibi doğa sporları vardır. Kayak, yüzmek, dalış ve yelkencilik gibi adrenalini yüksek faaliyetler vardır. <br><br> Unvanını bulmuştur. <br><br> “Alternatif Doğa Etkinlikleri Uzmanı” <br><br> Personel X, ilk iş olarak kendisine güzel bir kartvizit bastırır. <br><br> Ve işte Personel X’in, hayata sıfırdan başlayan, o konuda hiç bilgisi olmayan bir kişi olarak, 10 yıl içinde nasıl olup da, o konunun sayılı uzmanlarından ve en başarılı insanlarından birisi olduğunun sırrını açıklıyorum dostlar. <br><br> Aşağıda Personel X’i ““Alternatif Doğa Etkinlikleri Uzmanlığı”nda, dünya çapında başarıya götüren sırları okuyacaksınız. <br><br> Ama aşağıdaki maddeleri tek tek uygulamadan önce yapmanız gereken bir şey daha var. <br><br> Öncelikli olarak sevdiğiniz, uğruna hayatınızı adayacağınız bir iş bulun ve aşağıdaki stratejileri siz de sevdiğiniz işe uyarlayın. <br><br> 1. www.googgle.com ve www.amazon.com’dan doğa sporları ile ilgili 26 kitap buldu. Hocasının dediğine göre, her 15 günde bir kitap okuyup her yıl kendi konusuyla ilgili 26 kitap bitiriş olacaktı. (Kitapların ortalama bedeli 10 YTL’den 260 YTL tutmuştu.) <br><br>
2. Bu kitapları haftalık bir okuma planı çerçevesinde okuyup bitirdi. Önemli gördüğü yerleri renkli fosforlu kalemlerle çizdi. <br><br>
3. Kitapların özetini çıkarttı. <br><br>
4. Kitapların yazarı değerli yazarlarla tanıştı. Ziyaretlerine gitti. İmza günlerini takip etti. Kendisini anlattı. Kariyer planlamasından bahsetti. Hatta yazarlardan biri, “Kendini Arayan Adam” adlı yeni eserinde Personel X’in öyküsüne de yer vereceğini söyledi. Çok sevinmişti. <br><br>
5. Üniversitelerin Beden Eğitimi ve Spor bölümlerini ziyarete gitti. Oradaki ünlü sporcularla ve hocalarla tanıştı. <br><br> 6. Doğa şirketlerinin, alternatif doğa turu şirketlerinin, sportif etkinlik yapan kurumların, outdoor macera ve yarış şirketlerinin listesini çıkarttı. Hepsi ile yazışmaya ve tanışmaya başladı. <br><br>
7. Gazetelerde “Doğa Etkinlikleri” ilgili yazı yazan köşe yazılarının kupürlerini kesip, ayrı ayrı dosyalamaya başladı. <br><br>
8. Bu konuda yazan tüm köşe yazarları ile tanıştı. E-postalar yolladı. Ziyaretler yaptı. Hepsi de kendini bu işe adayan adamın bu enteresan hayat değişiminden etkilenmişti. <br><br>
9. Medyada yer alan “Doğa Etkinlikleri” ile ilgili haberlerin kupürlerini kesip, dosyaladı. <br><br>
10. “Doğa Etkinlikleri” ile ilgili yerli ve yabancı dizileri takip etti. <br><br>
11. Büyük bir şevk ve istekle İngilizce öğrenmeye başladı. (5 yılda mükemmel İngilizce, diğer 5 yılda mükemmel bir ikinci yabancı dil öğrenmeye yemin etmişti zaten) Almanca, Arapça, Çince, Fransızca, İspanyolca, Rusça… (Artık sana ve hayallerine göre ikinci yabancı dil ne olmalıysa, ona göre ikinci bir dil öğrenmek size kalmış.) <br><br>
12. Gazete, televizyon, radyo ve internetteki “Doğa Etkinlikleri” ile ilgilenen basın mensupları ile tanıştı ve iletişimi de kopartmadı. <br><br>
13. Türkiye’nin en iyi ilk “Doğa Etkinlikleri” uzmanını öğrendi. Onlarla iletişime geçti. Gittikleri etkinliklerde, çadır kurmak, çanta taşımak ve asistanlık yapmak karşılığında, ücretsiz turlara katılmaya başladı. Bazılarında ise sadece yol masrafını vermesi yetiyordu. İnsanlar gezi boyunca hayatını doğaya adayan bu genç adamın öyküsünden etkileniyorlardı. Gezinin ve turun ilgi odağı olmak, ona daha fazla odaklanma imkanı verdi. <br><br>
14. Türkiye’den valilik ve belediyelerin internet sitelerini takip edip, taramaya başladı. Mesela Erzincan’da donmuş, buz tutmuş şelaleye tırmanma etkinliği gibi özlem duyduğu ve ilginç bulduğu etkinlikleri kaydetmeye ve bir dosyasını çıkartmaya başladı. <br><br>
15. Animal Planet, National Geographic Channel, Discovery ve İz adlı belgesel, gezi, doğa ve macera kanallarını takip etmeye başladı. <br><br>
16. Önce kendi bölge milletvekilleri olmak üzere, tüm milletvekillerine bir tanışma e-postaları yolladı. (Bölgelerindeki tanıtılmayı bekleyen enteresan doğa güzelliklerini tanıtabileceğini ve hatta oralara tur düzenleyeceğini anlattı. Milletvekillerini bazı turlara davet etti. <br><br>
17. Türk Tanıtma Vakfı ile yöneticileri ile tanıştı, vakfın kitap ve broşürlerini aldı. Artık Türkiye’nin tanıtılmaya muhtaç tüm yerleri, etkinlikleri, değerleri ve ürünlerini ezbere bilecek hale gelmişti. Bu kadar değer içinde yaşayıp, kendisini değersiz gibi hissetmesine bir anlam veremedi. <br><br>
18. Doğa sporları, gezi, av, macera, dalış, seyahat, fotoğrafçılık ve belgesel dergilerini temin etmeye başladı. Bazılarına abone oldu. <br><br>
19. “Doğa Etkinlikleri” ile ilgili internet sitelerini takip etti. <br><br>
20. Doğa ve çevre koruma ile ilgili 3 derneğe üye oldu. <br><br>
21. Bu arada günlük tutmaya da başlamıştı. <br><br>
22. Bütün bunları yaparken, belli bir süre sonra (6 ay ile 1 yıl arasındaki bir sürede) çalışmalarına 1 ay ara vermesi gerekiyordu. Zaten 6 ay içinde çalıştığı işten ayrılacağını patrona söylemiş ve izin almıştı. Bu süre zarfında daha önce öğrendiği, hatta gezi ve turlarına katıldığı Türkiye’nin en iyi ilk 10 “Doğa Etkinlikleri” şirketini ziyaret etti. Şirketlerinde çalışmak istediğini söyledi. Zaten bir iki firmayı gözüne kestirmişti. Açıkçası oradaki patronlarda, katıldığı gezilerde, hayatını bu işe adayan genç adamdaki bu adanmışlıktan etkilenmişlerdi. İlk teklifin Personel X’ten gelmesine sevindiler. Hele Personel X 6 aydan beri yaptıklarını anlatınca, hayat hedefini ve kariyer planı bu şirketi gösteren bu genç adamdan çok etkilendiler. “Doğa Etkinlikleri” şirketlerden birinden asistanlık teklifi alan Personel X’in keyfine diyecek yoktu. Zaten o kendini getir – götür veya temizlik – çaycılık gibi işlere bile hazırlamıştı. Kabul edecekti zaten. <br><br>
Gelecek hafta “Adrenalin başlıyor!” <br><br>
Bekliyoruz efendim. <br><br>
Ama bu arada, Personel X’in yaptıklarını kendi işinize, ilgi alanınıza, seveceğiniz bir işe nasıl uyarlayabileceğinizi düşünürseniz sevinirim. <br><br> Unutmayın, hayatın tek bir gerçeği var. İçinizde ışığın evreni aydınlatmasının, varlığınızla gurur duyulup yokluğunuzun aranmasının ve baki kalan şu kubbede bir hoş seda bırakılmasının tek bir şartı var: “İnsan sevdiği işi yapmalı her ne olursa olsun.” <br><br> Sağlıcakla kalın. <br><br>
Liseyi öylesine okuyan, üniversitede istemediği bir bölümde okumak zorunda kalan, okurken çalışmayan, bir işe odaklanmayan, bir yabancı dil öğrenmeyen ve kişisel olarak kendini geliştirmeyen Personel X’in anatomisi.<br><br>
100 YTL için şirket değiştiren, sevmediği işleri bir türlü sevemediği sektörlerde yapmak zorunda kalan Personel X. <br><br>
Zoraki evliliğinde mutluluğu bulamamış, üstelik sürekli artan sıkıntıları yüzünden psikolojisi de bozulan Personel X. <br><br>
Günlerden bir gün, iş yerinde bir arkadaşı, <b>“Hafta sonu bir seminer var”</b> der ve birlikte seminere giderler. <br><br>
Seminerin konusu; <b>“Çocuklarımızı severek yapacakları ve başarılı olacakları bir mesleğe nasıl yönlendirebiliriz”</b>dir. <br><br>
İşini hem sevmeyen, hem de işinde bir türlü başarılı olamayan Personel X’e konu çok enteresan gelir. <br><br>
Ve başlar seminer hocasının anlattıklarını dinlemeye; <br><br>
“Hayatta sadece tek bir işte başarılı olabilirsiniz.” <br><br>
<b>“İş, eş gibidir. Asla metres kabul etmez.”</b> <br><br>
“İki tavşan peşinde koşan avcı aç kalır.” <br><br>
<b>“Tek bir işe odaklandığınızda, 10 yılınızı o konuya verdiğinizde, birinci 5 yılda sırlar kapısı, ikinci 5 yılda ise meyveler, yani kazançlar kapısının açıldığını görürsünüz.”</b> <br><br>
“Neyi sevdiğinizi bulun. Ve 10 yılınızı ona verin. İş de, içinde sırlarını size verecektir.” <br><br>
“Odaklandığınız konuyla ilgili, 3 yerli, 3 yabancı en iyi uzmanı bulun. Onları modelleyin.” <br><br>
<b>“Bir yabancı dil öğrenin.”</b> <br><br>
<b>“Haftada en az bir kişisel gelişim kitabı okuyun.” </b><br><br>
“Bir sivil toplum örgütüne üye olun.” <br><br>
“Sosyal faaliyetlerde bulunun. Darülaceze’ye gidin. Çocuk Esirgeme Kurumu’na uğrayın. Hapishane ve hastanelerde gönüllü faaliyetler yapın.” <br><br>
“Atık pilleri pil kutularına atın. Eski kıyafetleri fakir insanlara ulaştırın. Ayda 5 YTL bir hayır işi için bağış yapın.” <br><br>
<b>Hayatınıza değer vermedikçe, hiç kimse size değer vermeyecektir. Hayatınızı değerli hale getirin.” </b><br><br>
“Güzel konuşmasını öğrenin.” <br><br>
Büyülenmiş gözlerle, bugüne kadar hep boş ver dediği seminer hocasını izler, seminerin sonuna kadar. <br><br>
Çıkışta imza vardır. <br><br>
<b>“Ben bu dünyaya ÖSS için gelmedim diyorsan sevdiğin işe odaklan” kitabını imzalatır. Hayatta kendi adına aldığı ilk kitaptır.</b> <br><br>
Eve gelir. Eşiyle birlikte kitabı okurlar. <br><br>
Kitap bittiğinde artık kesin kararını vermiştir Personel X. <br><br>
<b>Bir sektör seçmesi gerekir. </b><br><br>
O sektörde severek yapabileceği, mutlu olacağı bir işi seçmek zorundadır. <br><br>
Günde 16 saatini o işe ayırmalı, canla başla ve istikrarlı bir şekilde o işin bütün sırlarını keşfetmelidir. <br><br>
Eşi ile günlerce (hangi mesleği seçmesi konusunda) karşılıklı konuşurlar, tartışırlar. En sonunda Personel X, niçin başarılı olamadığını bulur. <br><br>
Bu aslında onun sık sık iş değiştirmesinin de altında yatan sebeptir. <br><br>
<b>Personel X’in içinde doğa sporları, gezmek ve keşfetmek vardır.</b> <br><br>
Rutin onu sıkmaktadır. <br><br>
Kurulu düzende, sigortalı maaş bile olsa masa başı işler ona göre değildir. <br><br>
Onun ruhunda, yamaç paraşütü, rafting, carting, trekking gibi doğa sporları vardır. Kayak, yüzmek, dalış ve yelkencilik gibi adrenalini yüksek faaliyetler vardır. <br><br>
Seminerden birkaç hafta sonra, seminer hocasına ulaşır. Zaten seminer çıkışında kartvizitini de ona yardım sözüyle birlikte almıştır. <br><br>
Hocası onunla ilgilenir. Kararını tasdik eder. Personel X’e, onun doğasındaki adrenalini yüksek aktiviteli işlerle ilgili bir uzmanlık bulurlar; <br><br>
<b>“Alternatif Doğa Etkinlikleri Uzmanı”</b> <br><br>
Personel X, ilk iş olarak kendisine güzel bir kartvizit bastırır. <br><br>
Çalıştığı şirketle görüşür. 6 ay daha düzenli bir şekilde işine devam edecektir. Ama 6 ay sonra ayrılacağını patronuna söyler. Patron, bütün gelişmeleri dinledikten sonra, Personel X’in bu kararını desteklediğini söylediğinde, bütün dünyalar onun olur. <br><br>
<b>Ve Personel X, seminer hocasının kendisi için hazırladığı kariyer planını uygulamaya başlar. </b><br><br>
*** ***<br><br>
Gelecek hafta, sıfırdan, o konuda hiç bilgisi olmayan bir kişinin 10 yıl içinde nasıl olup da, o konunun sayılı uzmanlarından ve en başarılı insanlarından birisi olduğunun sırlarını paylaşacağım dostlar. <br><br>
Haftaya kadar, siz de gerçekten sevdiğiniz, içinizdeki saklı hazine olan, karakterinize ve yeteneğinize en uygun olan ve severek yapabileceğiniz o sırlı işi keşfedebilirsiniz. <br><br>
<b>Not:</b> Hiçbir keşif bir haftada olmaz. Ama bir hafta keşfetmeye başlamak için iyi bir süredir. <br><br>
İşe her zaman vaktinde gelir. Ama bu iş yerine girişi kendi isteği ile olmamıştır. <br><br>
Tıpkı üniversiteden kendi isteği bölümden mezun olmadığı gibi.<br><br>
Sonuçta okulunu da, işini de öylesine, rastgele seçmiş birisidir o.<br><br>
Gerçi anne baba baskısı ve korkusu olmasa okumayacağı kesindir. <br><br>
Anne baba zoruyla bir bölüm seçer. Anne baba parasıyla okulunu bitirir. <br><br>
İşte gönlü yoktur. Çünkü mezun olduğunda “ne iş olsa yaparım” düşüncesindedir.<br><br>
Üniversitede bir işe odaklanmadığı, bir yabancı dil öğrenmediği, kişisel olarak kendini geliştirmediği ve en önemlisi okurken çalışmadığı için, kurumsal açıdan hiçbir bilgiye sahip değildir. Kurum kültürü ile ilgili en küçük bir düşüncesi yoktur.<br><br>
Mezuniyetten sonra öylesine dolanır ortalıkta. Nasıl olsa hiç kimse onu işe almayacaktır. Askerlik engeli vardır önünde. Dolayısı ile kendisini hiçbir işe ve kuruma veremez. Öylesine çalışıyor görünür, birkaç yıl. Sığıntı çalıştığı için, hiç kimse öyle bir elemanla çalışmak istemez.<br><br>
Personel X’in aklında hep askerlik dönüşü vardır. Büyük hayaller kurar. “Siz beni askerden dönünce görün” cinsinden hayallerdir bunlar.<br><br>
Geçen zaman zarfında hiçbir işe ısınamaz. Hatta askere giderken, iş dünyasına karşı biraz da soğumuştur.<br><br>
Patrona karşı nefrete yakın bir bakış açısı kazanmıştır. <br><br>
Hatta sermayeyi düşman görmeye başlar.<br><br>
Askerde hep 2-3 yıllık çalışma hayatında, kendisine yapılan yanlışları düşünür. Hakkının nasıl yendiğini, içindeki o büyük potansiyelin nasıl keşfedilmediğini, kendisine nasıl haksızlıklar yapıldığını…<br><br>
Dolayısı ile askerde de umudunu terhis sonrasına saklar. Hal böyle olunca askerlik döneminde de eline bir kitap almaz. Yabancı dil öğrenmez. Silahlı kuvvetlerin açtığı meslek edindirme kurslarına da itibar etmez, çünkü oraya hep ilkokul, ortaokul mezunları gidiyordur. Kendisi ne de olsa üniversite mezunudur. (Halbuki o aralar, bilmem ne belediyesinin açtığı 100 kişilik zabıta kadrosu için, sınava 15 bin üniversite mezununun katıldığı haberi yayınlanmıştır.) Ama Personel X’in gazete, dergi ve kitaplarla da arası yoktur.<br><br>
“Şafak doğan güneş” olduğunda bütün arkadaşlarını, yeni başlayacakları hayat heyecanı sararken, onun içini sıkıntı basmıştır.<br><br>
Sabaha kadar, kabuslarla döner durur yatakta. İçinde “şimdi ben ne olacağım” kaygısı ve korkusu vardır.<br><br>
Evine döner.<br><br>
Birkaç yılını iş aramakla geçirir. Çaldığı her kapı suratına bir bir kapanır. Çünkü adamlar, sermaye babasıdır. Geri zekalılar, asgari ücret önermektedir, onun gibi bir cevhere (!). Bu yüzden önerilen hiçbir işi kabul etmez.<br><br>
Yıllar hızla geçmektedir.<br><br>
Yaş ilerlemekte, içindeki evlilik arzuları kabarmaktadır.<br><br>
Lakin, aşık olduğu kızın zalım mı zalım (!) babası işi olmayana kız vermemektedir.<br><br>
Annesinin “en azından sigortalı bir iş olsun evladım” önerisine uyarak, kendisini kabul eden ilk iş yerine kapağı atar.<br><br>
Elinden bir iş gelmemektedir.<br><br>
İş yerini tanımaktadır.<br><br>
O iş koluyla ilgili hiçbir fikre de sahip değildir.<br><br>
Ama bir taraftan evlilik hazırlıkları yaparken, bir taraftan da yetmeyen maaşına destek olsun diye ek iş bulma ümidiyle, bir ayağı şirkette, ama güzü hep dışarıdadır.<br><br>
Mesaiye vaktinde gelir. Verilen işlere koşturur. Ama bir işin uzmanı olmadığı için, öylesine bir kariyerdir tutturduğu.<br><br>
Şirkette onu seven ve beğenen bir arkadaşı da yoktur. Yönetimce de takdir edilmemektedir.<br><br>
Şansını başka bir şirkette denemeye karar verir. Ek iş yaptığı hafta sonu mesaisinde, başka bir iş yerinden bir arkadaş edinmiştir. “Bize gel, bizim şartlar daha iyi” diyen arkadaşına inanıp, 150 YTL daha fazla maaş alacağı (ve artık sayısını kendisinin de hatırlamadığı üçüncü mü, beşinci mi) şirkete girer.<br><br>
Bir önceki iş kolunda az çok bir şeyler öğrenmeye başlamışken, şimdi karşısında yepyeni ve bugüne kadar adını bile duymadığı bir iş kolu ve uğraşı vardır.<br><br>
Bu arada evlenir. Zaten kıt kanaat geçindiği için, çocuk filan akıllarına bile gelmez. <br><br>
Eşinin de çalışmasını istediğinde, kayınpederi ile bozuşur. Kayınvalide “Madem bakamayacaktın, niye aldın gül gibi kızımızı” masalındadır.<br><br>
İş zaten düzensiz giderken, buna bir de eş ve aile sorunları eklenir.<br><br>
Hayatının bu aşamasına kadar aile ile ilgili eline tek bir kitap almamış, kadınlık öz benliği ile ilgili tek bir satır okumamıştır. Dolayısı ile, kısa bir zaman içinde parlayan ve sürekli artan bunca sorunla baş edemez.<br><br>
Artık psikolojisi de yıprandığı için, işleri tam da rayına koyabileceği dönemde, kendisini işe veremeyen, aklı fikri evlilik sorunlarına takılı, takıntılı bir kişilik olup çıkmıştır.<br><br>
Günlerden bir gün, iş yerinde bir arkadaşı “hafta sonu bir seminer var” der.<br><br>
Hayatının dönüm noktası olacağından habersiz, belli belirsiz bir “tamam” cevabı verir arkadaşına. <br><br>
Seminer hafta sonu ya.<br><br>
Biz de yazımızın devamını o seminerden sonra yazacağız!..<br><br>
Gençler, hatta yedi-on iki yaş grubundaki bütün çocuklar, bir ülke inşa edilmesiyle ilgili büyük ideallerinin uğrunda, bütün şahsi zevklerinden vazgeçip, ölümüne bir çaba içine girdiler.<br><br>
Yedi haftadır devam eden, “Ben Aramam Bulurum” yazı dizisini, fazla patroncu bulan, bu kadar da köle gibi çalışmaya ne gerek var, diyen ve arada posta kutuma nazik eleştiri mesajları yollayan can dostlarım için, bu hafta böyle bir başlangıç yapayım dedim. <br><br> Fazla yorulmayın, canlarım. <br><br>
Mesaiyi umursamayın. İş akdinin hilafına davranışlar sergileyin. Çalışma arkadaşlarını önemsemeyin. İşi külfet olarak görün. Üzerinize, görev tanımınızdakinden bir gram bile fazla bir iş ve uğraş almayın. Şirketten kurtulup gitmek için, mesai saatini dolmasını dört gözle bekleyin. <br><br>
İş çıkışı, işinizi ve mesleğinizi unutun. Kendinizi geliştirmeyin. Hiçbir mesleki ve sosyal bir kulübe üye olmayın. İş arkadaşlarınızla toplanıp, kurumunuzu daha da ileriye taşıyacak projeler üretilmesine imkan tanıyacak beyin fırtınaları yapmayın. <br><br>
Kişisel ve kurumsal gelişim seminerlerine katılmayın. Kitap okumayı bir angarya olarak görün. Gazeteleri ve mesleki dergi ve yayınları takip etmeyin. <br><br>
İletişim becerinizi geliştirmeyin. Kurumsal iletişim ağı oluşturmayın. <br><br>
Müşteriler ve onların psikolojisini anlamakla ilgili birtakım önemli bilgiler edinmek yerine, iş emrinin masanıza kadar gelmesini bekleyin. <br><br>
İnisiyatif kullanmayın. Sorumluluk almayın. <br><br>
Ekstradan hiçbir yükün altına girmeyin. <br><br>
“Bunun için değer mi?” sorusu beyninizde sürekli tekrar eden bir arka fon müziği olsun. Ve siz hep “peki, bu kadar koşturmaya değer mi” diye başkalarının canla başla çalışmasına zihinsel köstek olun. <br><br>
Hep patrona mı çalışacağız? <br><br>
Biz patronun kölesi miyiz? <br><br>
Hep bizi böyle sömürmesine imkan mı tanıyacağız? <br><br>
Bu ülkede zaten insan hayatının ve çalışmanın bir değeri yok ki gibi arka fon müziklerini, beyninizin içinde sürekli çalın. <br><br>
Bütün bunları yapın. <br><br>
Yapabiliyorsanız yapın. <br><br>
Ama size bir şey söylemek isterim. <br><br>
1876’da Araplar uyurken, Yahudiler ayaktaydı. <br><br>
“İnsan gibi yaşamak için, eşek gibi çalışmak gerek” sözünü, ölümüne bir çalışma azmi ile bütün dünyaya örnek olacak bir başarı öyküsüyle süslediler. <br><br>
Şimdi sonuç ortada. <br><br>
Belki o tarihlerde yaptıkları kölelik gibi, ölümüne bir çalışma bazıları için zor gelmişti. Hatta dayanamayanlar Filistin’i terk edip, Amerika’daki tatlı hayatlarına dönmüşlerdi. <br><br>
Ama kalanlar, gerçekten insan aklının alamayacağı büyük bir başarı öyküsü yarattılar. 50 yıl içinde hem de. <br><br>
Bir ülkenin kaderini, o ülkedekilerin çalışma stili belirler. <br><br>
Filistin’de bu böyle oldu. <br><br>
Allah çalışana verdi. <br><br>
Almanya’da, savaşın yerle bir ettiği, insanların yokluk, açlık ve sefaletle imtihan olduğu Almanya’da da bu durum aynı şekilde tekerrür etti. <br><br>
Japonya’da da… <br><br>
İki atom bombasını tepesine yediğinde, yıkılıp gidebilirdi. Buna hakkı vardı. En azından yeterli bir mazeretleri vardı. Atom bombasının atıldığı yerlerde değil insan 100 yıl boyunca ot bile bitmeyecekti…<br><br>
Ama 83 milyon Alman, 2.8 trilyon dolar’lık bir GSMH’ya (Gayri Safi Milli Hasıla) sahipler. <br><br>
57 İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) üyesi ülkenin nüfusu 1.5 milyar. Ama ürettikleri katma değer Türkiye ve Malezya’yı çıkartırsanız 2.5 trilyon dolar. Nüfusta dünyanın beşte biri olan bir topluluk, üretimde, başarıda kırkta bire yaklaşamıyor? <br><br>
Bu rakam atom bombası yemiş 130 milyonluk Japonya’da 4.5 trilyon dolar. <br><br>
Batı’da Fransa, Belçika, Hollanda…<br><br>
Doğu’da, Malezya, Singapur ve Yeni Zelanda…<br><br>
Hep bu zihniyetle başarılı oldular. <br><br>
Çalışanlar işlerini namusları bildi. <br><br>
Öyle bir sıkı disiplin ile çalıştılar ki, sonuç ortada. <br><br>
Bu gelişmişliklerini, sömürgecilik gibi kelimelerle açıklayan bazı teoriler de yok değil. Haklısınız. Ama çalışıyorlar. Sürekli çalışıyorlar. <br><br>
Biz ise sadece mazeret üretmek için çalışıyoruz. <br><br>
Şimdi bir yol ayrımındayız. <br><br>
Bunu üzerine düşünün, canlarım. <br><br>
Sizin çalışma stiliniz ne olacak? <br><br>
Başarısızlığınız için siz hangi mazereti seçeceksiniz? <br><br>
Bu ülkeden bir halt olmaz. <br><br>
Bizden bir köy kasaba olmaz. <br><br>
Böyle gelmiş böyle gider. <br><br>
Zaten patron çok zalim. <br><br>
Biz kendimizi bu şartlar altında geliştiremeyiz. <br><br>
Benim bu işi daha iyi yapmama imkan ve fırsat tanımıyorlar. <br><br>
Bu kurumda, başarı için yeterli bir motivasyon yok. <br><br>
Bu şirket başarıyı hak etmiyor. <br><br>
Bu şirket beni hak etmiyor. <br><br>
İyi o zaman. Size uğurlar olsun. <br><br>
Gidin, gidebildiğiniz kadar. <br><br>
Bu kafa sizi çok iyi yerlere götürmez, benden uyarması. <br><br>
Ya da bu mazeretlerin ardına sığınmak yerine; “Bu koşullar altında yapabileceğimin en iyisi nedir?” diye bir soru sorarak işe koyulabilirsiniz. <br><br>
İnanın, yedi haftadır önerdiğim çalışma stili, dışarıdan bakıldığında kısmi kölelik gibi görünse de; işinizin efendisi olmanızı sağlayacak yegane başarı formülüdür. <br><br>
Uymak ya da uymamak size kalmış. <br><br>
Ama en azından, beğenmediğiniz şartların kürek mahkumluğu yerine, bir kurtuluş reçetesi isterseniz, çalışma stilinizi belirleyin derim ben. <br><br>
Bir ülke, patron ne olursa olsun. <br><br>
Ne yaparsa yapsın. <br><br>
Hak etsin ya da etmesin. <br><br>
İşini namusu bilenlerin azimli ve gayretli çalışmalarıyla kurtulur ve yeniden inşa edilir çünkü. <br><br>
Bütün gerekli olan niteliklere sahip oldukları halde, yıllardır aradığı işi bulmayanlar… <br><br> Bu yazı dizisindeki kıstaslarımı; şirketteki mülakat sürecinde tüm adaylara uygulayanlar…<br><br> Tebrikler…<br><br> Teşekkürler…<br><br> Hepsi bir yana, ben hayatımda asla iş veren olmadım. <br><br> Yani zannettiğiniz gibi, bir köle tüccarı filan değilim. (!)<br><br> Olmam da asla mümkün değil! <br><br> Ama asıl benim görevim, sizi sıkıntılı bir hayata layık görmediğim için; gönlünüzdeki işi başarmanızı sağlayarak yüceltmek. <br><br> İşin zorluklarına göğüs germeden başarı nerde var? <br><br> Çile çekmeden, mücadele etmeden madalyayı kim kazanmış? <br><br> Kendini işine vermeden, işin kendisindeki sırları size vermesi mümkün değil. <br><br> İki yol var. <br><br> Birincisi aynen devam edin. <br><br> Mesaiyi kollayın. <br><br> Yasal haklarınızı limitin sonuna kadar kullanın. <br><br> Tam vaktinde gelin. Tam vaktinde çıkın. <br><br> Asla fedakarlıklar yapmayın. <br><br> Ekstradan hiçbir işe girişmeyin. <br><br> Ondan sonra bakın bakalım başarılı olunuyor mu? <br><br> Bendeniz 25 yıllık iş hayatımda, büyük fedakarlıklar yapmadan büyük başarılar kazanmış hiçbir insan görmedim, okumadım, duymadım. <br><br> Hiç sıkıntısız piyangodan 1 trilyon veya en yüksek ikramiyeyi kazanan 53 kişinin hazin sonunu, geçenlerde gittiğim bir sergide ibretlik bir hayat öyküsü olarak gördüm. Hiç başarılı olan birisi çıkmamış. <br><br> Tecavüz… Gasp… Cinayet… Boşanma… Hapis… İntihar veya küçük bir kulübede ölü bulunma türünden 53 hazin son. <br><br> Sebep? <br><br> Sebep çok basit. Hak etmeden yükselmek, hazin sonu getiriyor, beraberinde. <br><br> Ben ise hak etmeniz için…<br><br> Tüm duygusal ve fiziksel kaslarınızın gelişmesi için…<br><br> Gönül kaslarınızın rot ve balans ayarını tam yapabilmeniz için çabalıyorum. <br><br> Çabalamaya da devam edeceğim. <br><br> Yazı dizisinin ilki (haklısınız) biraz iş ve çalışan ağırlıklı oldu. <br><br> Ama merak etmeyin, işveren boyutunu da (hem de çok geniş bir şekilde) ele alacağız. <br><br> 52 hafta sürecek bir yazı dizisi bu. <br><br> Sizden şimdilik istirhamım şudur ki; <br><br> Will Smith’İn “The Pursuit of Happiness” (Umudunu Kaybetme) adlı filmini izlemeniz. <br><br> Siz koşullarınızın ürünü olursanız, yok olursunuz. <br><br> Ama her koşulda mükemmel bir başarı hedefiniz olursa, şartları yeniden oluşturmuş olursunuz. <br><br> <b>“Güçlükler, başarının değerini arttıran süslerdir” </b>der Moliere. <br><br> “Başarısızlıklar, güçlülere daha da güç verir” der Saint Exupery. <br><br> Size 52 hafta boyunca, en zor şartlarda, en büyük başarılara imza atmış büyük insanların hayat öykülerinden çok kısa birer paragraf sunacağım, bundan sonra. <br><br> Bu haftalık, gerçek bir yaşam öyküsünden alınmış “Umudunu Kaybetme” filmini izleyin. <br><br> Gelecek haftaya görüşelim, kısmetse. <br><br> Sürekli aynı şekilde tekrar ederek, farklı sonuçlara ulaşmak imkansız. <br><br> 2008’in 2007 gibi olmasını istemiyorsanız, birtakım şeyleri değiştirmek zorundasınız canlarım…<br><br> Ve buna çalışma stilimizi değiştirmekle başlamaya ne dersiniz? <br><br> Sağlıcakla kalın. <br><br>
İş, aşkla yapılacak. <br><br> İnsan ölesiye, kendisini işe verecek. <br><br> O zaman iş de, kendi içindeki potansiyeli kendini o işe verene verecek. <br><br> Bir işin içinde sonsuz potansiyel vardır, canlarım. <br><br> Bana e-posta ile sorabilirsiniz, “Hocam, tuvalet işinde de sonsuz bir potansiyel var mıdır?” diye. Elbette. Kendisini ve hayatını tuvalet işine adayan, tuvalet işinde dünyada bir numara olur. Singapur’da gördüğümüz inanılmaz tuvaletler zincirini kurar. Ve hem tuvaletleri muhteşem bir yapıya kavuşturur, hem de ondaki potansiyeli keşfettiği için, mutlu – huzurlu – başarılı ve zengin bir hayatı olur. <br><br> Bu dünyanın bütün meslekleri için böyledir. O mesleğe kendini en fazla adayan başarılı olur. <br><br> Bana bir türlü iş bulmadığını söyleyen dostlarıma, Türkiye’de şu anda milyonlarca iş potansiyeli olduğunu söylüyorum. Üzüyorlar haliyle. Ve şu cümlelerle sıklıkla karşılaşıyorum: <br><br> “Hocam, üniversite mezunuyuz.” <br><br> “Hocam, dil biliyoruz.” <br><br> “Hocam, kendimizi yetiştirdik.” <br><br> “Ama, ne yazık ki iş bulamıyoruz.” <br><br>
<table border="0" width="%100" align=center cellpadding="4" cellspacing="1" class="ybText">
<tr>
<td class="ybBg2">
<div class="ybHeader"> <b> Cep Herkül’ü olmak kolay değil!.. </b></div>
Değerli dostlarım, Voltaire, “Tanrının insanlara en güzel armağanı çalışma zorunluluğudur” derken acaba neyi kastediyordu? Hem zorunluluk hem de armağan. Biraz ters gibi duruyor. Ama Naim Süleymanoğlu, her gün artan ağırlıkları kaldırma zorunluluğu ile çalışmasaydı, 7 kere dünya şampiyonu, altın madalyalı Cep Herkül’ü olamazdı değil mi?
</td>
</TR> </TABLE>
İş bulamayan arkadaşlarda, bana gelen e-postalara göre tespit ettiğim bazı sorunlar var. Size tavsiyem bu sorunları inceleyip, sizde olduğunu düşündüklerinizden kurtularak, iş bulmaya bir adım daha yaklaşmanız. <br><br>
Gerekli olan (!) tüm niteliklere sahip olduğunu söyleyip, buna rağmen iş bulamadığını söyleyen dostlarımda (kişisel yazışma ve konuşmalar sonrasında) şu eksiklikleri tespit ettim: <br><br> <b>1. İletişim problemi:</b> (Diplomasız iletişim sorunu biraz çekilebilir. Ama hem iletişim sorununuz var, hem de diplomanız varsa, hiç kimse kahrınızı çekmez.) İnsanlar uyumlu, fedakar ve mütevazi kişilikleri seviyor, onlara yaklaşıyor ve onları işe alıyor. Ama burnunuz havada, taviz vermeyen bir edada, kendini beğenmişlik derecesinde bir hırsa sahipseniz, o işyerine adaptasyonunuz zor olacağı için, baştan engellenirsiniz. <br><br> <b>2. Kendini mesleki olarak güncelleme ve yenileme eksikliği</b> (Maalesef insanlar o meslekteki en iyileri bilmiyor. Onlardan ders almıyor. Onlarla görüşmüyor. Diyelim mimar olmuş ama dünyanın ve Türkiye’nin en iyi mimarlarını tanımıyor. Onlarla görüşmüyor. Onları takip etmiyor. Peki, bu insan kendini nasıl geliştirecek?) <br><br> <b>3. Mesleki literatüre hakim değiller. </b>(Mesleki bir dergi takibi, basın ve literatür takibi yapmıyorlar. Bu da, onların bilgilerine olan güveni sarsıyor. Ya da mesleklerine olan bağlılıkları konusunda şüphe uyandırıyor.) <br><br> <b>4. Okumuyorlar.</b>(Türk ve dünya klasiklerini, kişisel gelişim kitaplarını, iş başvurusu yaptıkları sektörle ilgili kitapları… Kısacası hiçbir şey okumuyorlar.) <br><br> <b>5. Mesleki oda, dernek ve sivil toplum kuruluşlarının kapısından içeri girmiyorlar.</b> (Ortak faaliyetlere katılmıyorlar. Organizasyonları takip etmiyorlar. Çevrelerini genişletmiyorlar. Kendilerini gösterebilecekleri bu tür organizasyonlardan uzak duruyorlar) <br><br> <b>6. Fuarlara ilgi duymuyorlar.</b> (Kendi meslekleri ile ilgili fuarları takip etmiyor ama araba fuarlarını kaçırmıyorlar.) <br><br> <b>7. Kişisel bakım, diksiyon ve imajlarına dikkat etmiyorlar.</b> (Aman dikkat! Şirketler robot aramıyor, insan alıyor. Ama maalesef bunu en çok reklamcılık, HW/SW – IT sektöründeki kişilerde çok daha fazla görüyorum. Nasıl olsa bir mesleğe sahip oldukları için, hayatın iletişim ve imaj kısmına pek dikkat etmiyorlar. Bu da, onca kalabalık arasında fark edilmelerini zorlaştırıyor.) <br><br> <b>8. Başvuru yaptıkları şirketi tanımıyorlar.</b> (Şirketle ilgili görüşme öncesi hiçbir çabaya ve zahmete girmiyorlar. Bu da, “demek ki bu eleman bizi önemsemiyor” fikrini uyandırıyor. Unutmamakta fayda var: Önemsersen önemsenirsin!) <br><br> <b>9. Yüksek maaşla başlamak istiyorlar. </b>(İş dünyası “hak ettiğini peşinen vereyim, sen de aldığın kadarıyla çalış” mantığını ile yürümüyor. İş dünyası, “önce ispat et, sonra ben sana ödeyeyim” mantığı ile işliyor. Düşük bir maaşı kabul edip, sonra kendisini ispat ederek kariyerinizde yükselecekken, yüksek beklentiler, işi yokuşa sürüyor) <br><br> <b>10. İş verene güven vermiyorlar. </b>(Dünyanın en büyük fotogrametrik harita şirketine girdiğimde 3 yıl koşulsuz iş akdi sözleşmesi imzalamıştım. Her ne olursa olsun, 3 yıl şirkette kalacaktım. Ve kaldım da. Baştan iş verene verilecek bu tip bir süre sözü, işverenin size olan bakışını değiştirecektir.) <br><br> <b>11. Sosyal yaşantı eksikliği.</b> (Hayatın içine girmeden, kıyısından köşesinden geçmiş olma izlenimi, iş vereni tedirgin ediyor. Sorulan kişiler tanınmıyor, belli bir iş dünyası ve sosyal yaşama dair birikim sağlanmadığı için önemli şahsiyetler tanınmıyor. Bu, büyük bir dezavantaj. İlgisiz ve kayıtsız bir eleman imajı doğuruyor.) <br><br> <b>12. “Network” eksikliği.</b>(Gördüğüm kadarıyla iş ferdi ve şahsi olarak aranıyor. Hiç kimse onca okul arkadaşını, eski mesai arkadaşını ve kendi aile ve sosyal çevresini iş bulma sürecine dahil etmiyor. Bu konuda ortak bir “network” olarak çabalamıyor. Bir elin nesi var, iki elin sesi var, diye boşuna denmemiş. Mutlaka en azından eski okul arkadaşları ile birlikte bir ortak çaba, çok daha büyük faydalar getirecektir.) <br><br> <b>13. Yabancı dil eksikliği. </b>(Dil bilmeden, kariyer çok zor. Hatta imkansız!) <br><br> <b>14. Yurtdışı tecrübe eksikliği.</b> (Aman hocam, işsiz güçsüz halimizle yurtdışına nasıl gidelim, demeyin sakın. 99 Euro’ya üç günlük yurtdışı turları var. Siz yeter ki isteyin. Bisikletle Türkiye’ye gelen, hatta sırtında uyku tulumu ile gelen turistleri görünce, azmin ne demek olduğunu bir kez daha anlıyorum.) <br><br> Victor Hugo’nun bir sözü ile bitirelim: “Çalışma uçup giden bir alışkanlıktır. Bırakması kolay, yeniden başlaması zor bir alışkanlık.” <br><br> Köydeki Bektaşi’yi yalvar yakar sabah namazına götürmek istemişler. “Ben kalkamam o vakitte, erenler” demiş. “Hem yaşımız da geçti artık. Hayatta namaza başlayamam!” <br><br> Dervişlerden biri akıl vermiş: “Bizimle birlikte 40 gün gel camiye, bak nasıl başlıyorsun” <br><br> Bektaşi cevaplamış: “Ah be erenler” demiş. “Sen benim gibi 40 gün bırak, bak bir daha başlayabiliyor musun?” <br><br>
<div class="ybHeader"> <b> İş arama sürecini de bir işmiş gibi düşünün </b></div>
Aman canlarım. Aman dikkat. İş arama ve bulma döneminde, işsizlik alışkanlıkları kazanmayasınız. Sonra bırakması zor oluyor. İş bulamasanız da, en azından iş arama ve iş bulma sürecini bir işmiş gibi düşünün. Sabah erkenden kalkıp, akşam mesaiye kalınan kutsal bir iş.
Bu şekilde sistematik olarak çalışmaya başlayın. Sonuç muhakkak ki, işsizlik sendromuyla gevşek ve ürkek bir iş arama sürecindekilere göre çok daha iyi olacaktır. <br><br>
4.<b>Hangi işi sevdiğinizi nasıl anlayabileceksiniz? </b>(Ah, bir anlasam!) % 45 <br><br> 5.<b>Bir insan ne istediğini nasıl bilebilir?</b> (Sistem, ne istediğimizi bilebilmemize engel.) % 48<br><br>
6.<b>Bir insan, kendisini o istediğine ulaştıracak yolları nasıl bulabilir? </b>(Yolları bulsak bile, ona ulaşmak imkansız) % 62<br><br>
7.<b>Yaşamak için mi çalışıyorsunuz, yoksa çalışmak için mi yaşıyorsunuz? </b>(Hocam, maalesef içinde bulunduğumuz mevcut duruma göre, yaşamak için çalışıyoruz) % 94<br><br>
Verdiğiniz cevaplarda en can alıcı, en can yakıcı olanı; üçüncü ve yedinci sorudaki. <br><br>
<div class="ybHeader"> <b> İstemeyerek çalışanların oranı: yüzde 94</b></div>
Yüzde 86’nız çalıştığı işi sevmiyor. Yüzde 94’ünüz ise, aslında çalışmak için yaşamayı istemesine rağmen, mevcut şartlar nedeni ile, istemeye istemeye yaşamak için çalışmak zorunda olduğunu söylüyor.
Şubat tatilinde 50-60 kişilik bir ilköğretim öğrenci grubuna, “Gelecek Nasıl Bir İnsan Bekliyor” adlı seminer verdim. 8-10 yaşlarındaki bu cıvıl cıvıl gruba, seminerin ikinci yarısında şöyle bir soru sordum; <br><br>
“Çocuklar, bana en kötü bir meslek söyler misiniz?” <br><br>
Çocuklar hemen atladı, bu sorumun üstüne. <br><br>
-“Çöpçülük, hocam” <br><br>
-“Hizmetçilik, hocam” <br><br>
-“Çaycılık, hocam” <br><br>
<b>Adı İrem Karakaş.</b><br><br>
Yaşı 8. <br><br>
Çocukluğun verdiği bütün masumluk, bilginin verdiği bütün haklılık ile atıldı, bu yavrucak; <br><br>
<b>-“Hayır hocam! En kötü meslek, hiçbir mesleği olmamaktır. En kötü meslek mesleksizliktir!”</b><br><br>
Dakikalarca alkışladık onu hep birlikte. <br><br>
Dün de söz verdiğim hediye kitaplarını imzalı olarak yolladım, adresine. <br><br>
<b>Aristoteles; “İşler iş olarak, şerefli ya da şerefsiz diye ayrılmazlar. Yapılışlarındaki maksatlara göre şerefsiz ya da şerefli olurlar” </b>demiş. Sanki bunu bilen biri gibi İrem. <br><br>
İrem, gelecekte “sevdiği mesleği yapan”, başarılı bir arkadaşımız olacak. <br><br>
İşine odaklanacak. <br><br>
İşini sevdiği için, çalışmalarını gönüllü olarak yaptığı için; işi de onu sevecek ve içindeki bütün sırları sevgili İrem’e sunacak. İrem, böylece işin içindeki sıradışı gerçek potansiyeli görecek, algılayacak. <br><br>
Böylece diğer akranlarına göre İrem’in daha başarılı, daha nitelikli ve daha kaliteli bir hayatı olacak. <br><br>
Peki, iş nedir desem size canlarım? <br><br>
İş?… <br><br>
<div class="ybHeader"> <b> Hiçbir iş yapmamak, işe yaramamaktır</b></div>
Lasage; “İş sonu taçlandırır” diyor. Gerçekten de öyle. Hayatımızın sonunda, baki kalan şu kubbedeki hoş sedadır iş. Atalarımız “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye boşa söylememişler. Bu dünyaya geldiğimizi, gerçekten yaşadığımızı ve en önemlisi yaşadığımıza değdiğini ispat edecek yegane varlık sebebimizdir iş. İşin en kötüsü, hiçbir işi olmamaktır. Boş boş dolaşmaktır. Hiçbir iş yapmamak, hiçbir işe yaramamaktır.
<b>Beydaba; “Yapılan işin en hayırlısı, sonu en iyi olandır”</b> demiş. Yani, işin sonu, kendi sonunuzu da hazırlıyor, dostlar. <br><br>
<b>“Kendi işi için efendi olmayı beceremeyen, başkalarına hizmetçi olur” diyor Şehabettin Ahmed İbşihi.</b><br><br>
İşe köle olmaktan bahsederken, şu sevgililer gününde, sırılsıklam aşık olduğumuz sevgilimiz ile başlamak, kölelik mi, hürriyet mi olur? “Aşk, köleliktir” diyenleri anlıyorum. Ama onlara katılamayacağım. Aşk. Gönlün sesi. Ruhun frekansı. Aklın baştan çıkarcasına sevgiliye tutulması. Bundan daha güzel ne olabilir? Aşık olan kişi, bütün fedakarlıkları ile, sevgilisine sundukları ile, onun için çırpındıkları ile yaşar sevgilisinin o güzel gönlünde. Yani yaptıkları ona külfet gelmez. Yaptığı her şeye değer, o kutsal sevgisi. Ferhat gibi dağı bile deler. <br><br>
Her ne kadar tüketim çılgınlığı pompalamasına maruz bırakılan çağımız insanına, <b>“sevgiline hediye almazsan bir odunsun sen!” </b>yakıştırmacasına karşı olsam da, durum değişmiyor. Genel algı böyle çünkü!.. İnsanlar, sevdikleri için bir şeyler almak, bir fedakarlık yapmak, bir şeyler başarmak gibi şeyleri görmek istiyorlar. <br><br>
Peki, sevdiğimi kişide durum böyle de, acaba sevdiğimiz işte durum böyle olmazsa, o işin sırrına vakıf olabilir ve ondaki sırları keşfedip adına başarı denen tacı takabilir miyiz? <br><br>
Asla! <br><br>
<b>Plautus, asırlar öncesinden şöyle sesleniyor; “Yapmakta olduğun işi en iyi yap!” </b>O günün şimdi ilkel gibi gelebilecek basit koşullarında bile, her ne yapıyorsan en iyisini yapmayı salık veren bir filozofla karşı karşıyayız ki, hemen hemen bütün akranları da onunla aynı fikirdedir, iş konusunda. <br><br>
<b>Vauvenargues diyor ki; “Büyük işler başarmak isteyen kimse, ölüm yokmuş gibi çalışmalıdır.”</b><br><br>
İşte benim anlatmaya çalıştığım şey de bu dostlar. <br><br>
Öylesine bir hayatınız olsun istiyorsanız, öylesine bir işte, öylesine çalışabilir, çalışıyormuş gibi yapabilirsiniz. <br><br>
O zaman varlığınızla yokluğunuz bir olmaz, yokluğunuz aranmaz, varlığınızla gurur duyulmaz. <br><br>
O zaman başkalarının başrol oynadığı hayat filminin sahte figüranı olursunuz. Araya kaynar gidersiniz. <br><br>
Ama ben var olmanızı isteyen bir dostunuzum. <br><br>
<div class="ybHeader"> <b> Yaşadığınıza değmeli</b></div>
Diğer başarılı insanlardan bir farkınız yok. İnsan. Tek cins. Mükemmel bir varlık. Sadece içindeki potansiyeli, atalet dediğimiz tembelliği yenerek keşfetmesi, ortaya çıkartması ve insanlığa hediye etmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde, bir insan ölümsüz olabilir.
<b>İbrahim Şinasi; “Dene altını mihenk taşında, insanı da bir iş başında”</b> diyor. Yani, iş, insanın mihengi oluyor. <br><br>
<b>Germiyanlı Ahmedi ile bitirelim; “Canın pişmanlıktan dilersen arına. Koma bu günün işini yarına”</b><br><br>
Haydi canlarım. <br><br>
İşinizi sevdiğiniz kadar sevilecek ve sayılacaksınız. <br><br>
Kendinizi işinize adadığınız kadar, hayata tutunacaksınız. <br><br>
İşinizdeki potansiyeli keşfettiğiniz kadar, içinizdeki potansiyeli ortaya çıkartacaksınız. <br><br>
Gün çalışma günüdür. <br><br>
Uygarlıklar dünyasından payımıza düşeni almak günüdür. <br><br>
Çook gerilerde kaldık, çook geri kaldık dostlarım. <br><br>
Gün davranıp, ayağa kalkmak ve koşmak günüdür. <br><br>
1.Ne arıyoruz? <br><br> 2.Ne aradığımızı biliyor muyuz? <br><br> 3.Şu anda çalıştığımız işimizi seviyor muyuz? <br><br> 4.Hangi işi sevdiğimizi nasıl anlayabileceğiz? <br><br> 5.Bir insan ne istediğini nasıl bilebilir? <br><br> 6.Bir insan, kendisini o istediğine ulaştıracak yolları nasıl bulabilir? <br><br> 7.Yaşamak için mi çalışıyorsunuz, yoksa çalışmak için mi yaşıyorsunuz? <br><br>
Üç haftadır, aldığım yüzlerce mail, yazdığınız onlarca yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. (Ancak biraz daha kısa yazarsanız sevinirim canlarım) <br><br> İsmim saklı kalsın, e-postam yayınlanmasın isteklerinize uyup, bana yolladığınız ve her birinizi ayrı ayrı cevapladığım, o güzel mesajları yayınlamıyorum. <br><br>
<b>Ama mesajlarınızdaki ortak konular da aşağı yukarı bu yedi soruda kilitleniyordu. <br><br>
52 hafta sürecek bu yazı dizisi serüvenimizin yol haritası niteliğinde olan bu yedi soruya, en kaliteli cevapları verenlerin, en kaliteli kariyerleri olacak, inanın.</b><br><br>
Bu yedi sorunun, gerçek cevabını bulanların, kariyer hayatı şenlenecek. <br><br> Bu yedi soruya yenileri gelecek her hafta. <br><br> Ve her soruyu sizlerden de gelen o güzel yorum ve katkılarla, en güzel cevabı ile eşleştirmiş olacağız. <br><br> <b>Şimdi size yedi soruyu şahsen sormak istiyorum; <br><br> Lütfen aynı modda siz de o güzel gönlünüze sorun. Özünüze. Gönlünüze. <br><br> Verdiğiniz, bulduğunuz, düşündüğünüz o güzel cevapları bekliyorum…<br><br>
1.Ne arıyorsunuz? Neyi arıyorsunuz?</b><br><br> Yani iş hayatından. Çalışma nedeniniz ne? <br><br> Maaş mı? Geçim mi? Kariyer mi? Şan, şöhret, unvan mı? Başarı mı? Huzur mu? Mutluluk mu? <br><br> Sahi niçin çalışıyorsunuz? <br><br>
<b>2.Ne aradığınızı biliyor musunuz?</b><br><br> Hayatın akışına kaptırır ya insan bazen kendini. <br><br> <b>Çalışmış olmak, çalışmamış ya da çalışmıyor olmaktan iyidir.</b> Sırf bu yüzden çalışır, didinir, durur. Nasılsa, çalışmayana ekmek yoktur. <br><br> Ama <b>sırf bu yüzden okumak okumaktan iyi olduğu için okula gidip gelen milyonlarca gencimiz var.</b> Hayat gayesinden ve varlık sebebinden habersiz. Ne aradıklarını bilmeden, öylesine okul hayatlarını sürdüren amaçsız milyonlar var şu koca ülkede. <br><br> Yine aynı şekilde, <b>sırf evlenmek evlenmekten iyidir,</b> diye hayatta ne aradığına karar verme düşüncesinden bile mahrum bırakılmış milyonlarca evli çift var. Fakat maalesef evliliğin evlenmemekten bin kat daha berbat bir şey olduğunu, o asla aramadıkları eşle aynı çatı altına girdiklerinde anlıyorlar. Ama nafile!.. <br><br> <b>İnsan ne aradığını bilmeden nasıl yaşar? <br><br> Aradığını bilmeden, bulduğunu nasıl anlar?</b><br><br> Ne aradığını bilmeden, bulamadıklarının ızdırabını nasıl yaşar? <br><br>
<b>3.Şu anda çalıştığınız işinizi seviyor musunuz?</b><br><br> Gelen cevaplardan ve İK konusunda yapılmış bütün anket çalışmalarından gördüğüm kadarıyla, okulunu sevmeyen bir öğrenci, işini sevmeyen bir çalışan ve eşini sevmeyen bir çift yetiştirmişiz, şu koca ülkede. Ve bunlardan çok var, hem de milyonlarca. <br><br> İşinizi niçin sevmeniz gerektiği size öğretiliyor mu? <br><br> “Kızım, ne yapacaksın, başka çaren mi var?” sorularına mı maruz bırakılıyorsunuz yoksa? <br><br> Seviyor musunuz? Seviyormuş gibi mi yapıyorsunuz? <br><br>
<b>4.Hangi işi sevdiğinizi nasıl anlayabileceksiniz?</b><br><br> Ya da çalıştığınız işi sevmiyorsunuz. Tamam buna saygı duyuyorum ama başka sevdiğiniz bir iş var mı? <br><br> Gönlünüzde yatan 3-5 aslan var. Ama bunların hangisini sevdiğinizi, gerçekten sevdiğiniz işin o olup olmadığını nasıl anlayabileceksiniz? <br><br>
<b>5.Bir insan ne istediğini nasıl bilebilir?</b><br><br> Diyelim A işini sevdiğinizi anladınız. Gönlünüzden gelen sinyaller öyle. <br><br> Peki ama A işini sevdiğinizi nasıl anlayacaksınız? <br><br> Bunun bir maymun iştahlılık, bir kaçış, yeni bir başlangıç amaçlı bir istek olmadığını nasıl ayırt edebileceksiniz? <br><br> Ya da sırf parası, itibarı ya da kolaylığı yüzünden istemediğinizi nasıl anlayabileceksiniz? <br><br>
<b>6.Bir insan, kendisini o istediğine ulaştıracak yolları nasıl bulabilir?</b><br><br> Sağlamasını yaptınız. A işi gerçekten istediğiniz iş. Yani gerçekten sevdiğiniz iş. Hayatınızı adayacağınız iş. <br><br> Peki sizi o işe götürecek yolları nasıl bulabilirsiniz? <br><br> O işe nasıl kavuşabilirsiniz? <br><br> Hayalinizi, nasıl ve ne şekilde hedef haline dönüştürebilir ve sonunda ona kavuşabilirsiniz? <br><br>
<b>7.Yaşamak için mi çalışıyorsunuz, yoksa çalışmak için mi yaşıyorsunuz?</b><br><br> İşte beraberce bulacağımız bu altı sorunun cevabı; bizi yedi numaralı son soruya götürüp, kutumuzu açtıracak! <br><br> İlk altı sorunun doğru cevapları, bize yaşamak için mi çalışıyor olduğumuzu yoksa, çalışmak için mi yaşıyor olduğumuzu ispat edecek. <br><br> Gücenmece, darılmaca yok. <br><br> <b>Cevaplar, kendi cevaplarınız olacak.</b><br><br> Ve bana yolladığınız cevapları isimsiz olarak (ama izin verirseniz isminizle) yayınlayacağım. <br><br> Ama şunu unutmayın ki dostlarım; <b>çalışmaya biraz ara verip, bu soruların doğru cevaplarını bulmaya konsantre olmalısınız. </b>En azından akşamları. Her akşam. Ya da hafta sonları. Her hafta sonu. Birkaç saat. Ne olur. Kendi geleceğiniz ve zihinsel ve ruhsal mutluluğunuz ve bedensel sıhhatiniz için birkaç saat duyarlılık. <br><br> Öylesine, haybeden bir hayat olmasın hayatınız.<b> Başkalarının başrol oynadığı filmlerin zayıf ve korkak figüranları olmayın. <br><br> Başrolünüze geçin. <br><br> Kendi hayat filminizin başrolüne davet ediyorum sizi.</b><br><br> Bu dünyada herkes ama herkes kendi anlamını bulmalı. <br><br> Bunadır bütün çabam. <br><br> <b>Herkes kendi içsel sesini duyabilmeli.</b><br><br> Varlık sebebini sorgulayabilmeli. Anlayabilmeli. Bulabilmeli. <br><br> Var olduğunu, var olmakta olduğunu ve var olacağını hissetmeli. <br><br> <b>Bunun yolu ise, insanın sadece ve sadece sevdiği işe odaklanmasıyla oluyor canlarım. </b><br><br> Kişi dünyadaki kendi imzasına odaklandığında <b>iz bırakıyor.</b><br><br> <b>Tarihin akışına bir imza</b> da o çakabiliyor. <br><br> <b>Adını altın harflerle,</b> kendi kişisel sayfasına yazabiliyor. <br><br> Ama <b>varlık sebepleri,</b> insanların kendi içsel seslerini duyurmamak olan harici ses kaynakları o kadar çok ki. <br><br> <b>Durun ve biraz kısın sesi. <br><br> Durun. Biraz yavaşlayın. Dinleyin kendi iç sesinizi.</b><br><br> Dışarıdan gelen onca gürültüyü bastırabilmektir başarı. İçsel huzur başka türlü nasıl yakalanabilir? <br><br> Lüzumsuz gürültüler susturulmadan, o ahenkli içsel sesiniz, dünya tarihindeki yerini nasıl alabilir? İnsanın <b>kendi içsel sesini bularak,</b> kendisi olmasını ve kendisini gerçekleştirebilmesini engelleyen sesler susturulmadan, bastırılmadan, insan nasıl başarılı olabilir? <b>İnsana kendini gerçekleştirmesi yerine, bir başkası için bir başkası olmasını</b> ve böylece <b>kendisine bile yabancılaşmasını </b>sağlayan o gürültüler, o zırıltılar susturulmadan başarı nasıl gelebilir? Biliyorum. <b>Yaşamın amacını arıyoruz hep birlikte.</b> Ama o asla arandığı yerde değil. Yaşamın amacı, yaşamın anlamında saklıdır çünkü. Sizin yaşamınıza verdiğiniz anlamda saklıdır. <b>Ve sadece yaptıklarınızdır yaşamınızın anlamı. Ya da yapamadıklarınız… İkisi arasındaki fark, bir insanın kendini gerçekleştirme oranını verir.</b> Kendiniz olmak, kendinizi bulmak ve kendiniz olarak kalmanız dileğimle… <br><br>
Konu hayatınız. Konu geleceğiniz. Konu sizsiniz. Bazı marjinal grupların söylemlerindeki gibi patron konusu değil, mevzu bahis olan, direkt sizsiniz. Sizin hayatınız. <br><br> <b>“Ne istediğini bilmek, bildiğini istemektir” demiştik, değil mi?</b><br><br>
Ve olay, ne isteğimizi nasıl bileceğimizle, istediğimizi istemenin yollarını nasıl bulabileceğimizde düğümlendi. <br><br>
<b>Doğru ya. Bir insan ne istediğini nasıl bilebilir?</b><br><br>
Ya da diyelim ki ne istediğini biliyor. Peki kendisini o istediğine ulaştıracak yolları nasıl bulabilir? <br><br>
<b>Bu hafta bu iki kritik soruya cevap arayalım hep birlikte. Yorumlarınız hem kariyer destek sayfamıza hem de benim görüşlerime renk katıyor. Bekliyorum.</b><br><br>
İş arayan dostlarıma, bir işte çalışan dostlarıma, bir işte çalışırken eli işte gözü başka bir işte olan dostlarıma özel bir sorum var; <br><br>
<b>Yaşamak için mi çalışıyorsunuz, yoksa çalışmak için mi yaşıyorsunuz?</b><br><br>
Geçen haftanın en can alıcı mesajını yollayan okurum (mukadder78@hotmail.com) “16 saat çalışma” konusuna takmış kafayı. Bunu biraz abartılı bulmuş. Hatta işi köleliğe kadar götürdüğünü de anlaşılıyor, mesajından. <br><br>
<b>Öncelikli olarak şunu açıklayayım: 23 yıllık kariyerinde 19 değişik kölelik yapan bir kişiyim. Evet, evet. Kölelik. Resmen kölelik.</b> Ama kölelik deyince, aklınıza hemen çalışma saatleri veya çalışma koşulları gelmesin ne olur. Bülbül ve altın kafes meselesidir, bu. <br><br>
Dünyanın en iyi şirketlerinde, çalışma hayatına örnek teşkil edecek mükemmel bir kariyerim oldu. Eee? Kölelik neresinde bunun diyeceksiniz. <br><br>
Gönlümdeki iş değilmiş hiçbiri. <br><br>
Hiçbiri hayatımı adayabileceğim, uğruna hayatımı feda edebileceğim bir iş değilmiş. <br><br>
Okurum (mukadder78@hotmail.com) 16 saat çalışmak kölelik değil mi, diye soruyor. <br><br>
Asıl kölelik günde 3-5 saat ya da 8 saat mesai yapıp, öylesine ayara kaynayan, başkalarının filminde figüran bir hayatın sahibi olmak. <br><br>
16 saatinizi verin derken ben sizi bu kölelikten kurtaracak formülü vermiştim aslında. Hem kendinizin hem de kendi işinizin lideri olabilmenin sırrını vermiştim. <br><br>
Ama öncelikli olarak şu 16 saat meselesine açıklık getireyim. <br><br>
<b>Sabah 06:00 akşam 22:00 değil kastettiğim. Asla bu değil. </b><br><br>
Ama gönlünüzdeki işi bulmuşsanız, gönlünüzdeki işi yapıyorsanız, gönlünüzce çalışırsınız. <br><br>
İşyerine gelirken yolda geçen süre de mesai sayılır. İş yerinde düşünmek amacıyla uyurken geçen süre de. Hiç kimse size dokunamaz. Eğer işin hakkını verdiğinizi düşünüyorlarsa. <br><br>
<b>Ama rölantide bir çalışma sergiliyorsanız, her bir dakikanın hesabı sorulur sizden.</b><br><br>
Ben ise sorulmasın diye, sizin tarafınızı tutuyorum. <br><br>
Öyle bir kariyer başarısı sergileyin ki canlarım gezmeniz, yemeniz, içmeniz, uyumanınız, yani her şeyiniz hayatınızı adadığınız o iş için olsun. <br><br>
Zaten hayatınızı o işe adamıyorsanız, başkalarına adamışsınız demektir. Bir nevi gönüllü kölelik. Kölelikte de üçün beşin hesabı olmaz. Köle köledir. Ha 8 saat çalışır, ha 1 saat. Hiç fark etmez. <br><br>
Mühim olan sizin o güzel gönlünüzü, gönlünüzdeki muhteşem varlık sebebinize götürecek yolları bulmanız, işaretleri okumanız ve hayatınıza anlam katmanız… <br><br>
Yukarıdaki sorunun birçok değişik versiyonlarını üretmek mümkün: <br><br>
Bu soruya vereceğiniz cevap, sizin şu andaki konumuzu belirler. Yani ne olduğunuzu. <br><br>
Yaşamak için çalışıyorsanız, çok çalışmaya ne gerek var ki? Aldığınız cüzi bir maaş, yaşamanızı sürdürmeye yetecek kadar bir gelir, yeter de artar bile. <br><br>
Ama bendeniz yaşamak için çalışmıyorum efendim. <br><br>
<b>İş dünyasının hırslı patronlarının büyük çoğunluğu maalesef yaşamak için çalışıyorlar.</b><br><br>
Bugün dünyamız bu durumdaysa, buna yaşamak için çalışanların açtıkları yıkımlar sebep olmuştur. <br><br>
<b>Hırsın kibirle buluşması. Ölümüne satış. Ölümüne gelir. Ölümüne başarı.</b> <br><br>
Ne için? <br><br>
Yaşamak için. <br><br>
Yaşıyorsun zaten. <br><br>
Öyle değil. Villalarda, saraylarda, köşklerde yaşamak için. <br><br>
Yemeklerin en güzelini yemek için. <br><br>
Otellerin kral dairesinde kalmak için. <br><br>
Kıyafetlerin altın sırmalısını giymek için. <br><br>
Arabaların altın kaplamasına binmek için. <br><br>
…<br><br>
Örnekleri çoğaltabilirsiniz. <br><br>
Ama ben öyle yapmıyorum dostlarım. <br><br>
Benim yaşam felsefem; “çalışmak için yaşamak”… <br><br>
Çalışmazsam kendimi yaşamış sayamam. <br><br>
<b>Hele hele seminer vermek ruhunun yaşam enerjisi olan bir Münir Arıkan’ı 33 yaşımda keşfettikten sonra hiç olmaz bu.</b><br><br>
İmkansız. Mümkün değil. <br><br>
Bu yola ölümüm pahasına çıktım. <br><br>
<b>Bir seminere giderken, bir seminerden gelirken ya da daha iyisi bir seminer verirken canım alınsın isterim. </b><br><br>
Çünkü çok şükür hayatımın anlamı olan bir işim var. <br><br>
Hayatımı adadığım bir işim…<br><br>
<b>Bu iş benim varlık sebebim.</b><br><br>
İnsan varlık sebebi olan işi bulduğunda, konuşması, düşünmesi, yemek yemesi, arkadaş ziyareti, seyahat etmesi, gezip tozması, sinemaya gitmesi, televizyon izlemesi, gazete ve dergi okuması bile o iş için oluyor. <br><br>
Algıda seçicilik başlıyor. <br><br>
Her şey işiniz, işiniz hayatınız oluyor. <br><br>
<b>Şerefim hakkı için 100 milyar dolarım olsa bile, ben yine bu işi yapıyor olurdum. </b><br><br>
Hatta daha çok bu işi yapıyor olurdum. <br><br>
Kendimi daha fazla adardım. Yeni seminer mekanları keşfederdim. Daha fazla geniş kitlelere ulaşmak için, sıra dışı projeler üretirdim. Bütün dünya insanlarının seminerime katılması için, <b>sevgili organizatörüm Yüksel Evsen ile mükemmel organizasyonlar yapardım.</b><br><br>
Çünkü bu şekilde mutluyum. Seminer verdikçe, kitap yazdıkça, projeler ürettikçe varlık sebebimi gerçekleştirmiş oluyorum. <br><br>
<b>Ya da sevdiğim işi yapmazsam, hiç yaşamamış oluyorum. </b>Varlığımla gurur duyamıyorum. <br><br>
Bunu “yaşamak için mi yiyoruz, yoksa yemek için mi yaşıyoruz?” sorusuna da uyarlayabiliriz. <br><br>
Burada da tam tersi bir durum söz konusu. Çünkü çalışmak için yaşayan bir insan, aynı anda yemek için de yaşamaz. Mümkün değil. <br><br>
Ama ortalık yemek için yaşayanların obez hayatlarından geçilmiyor. <br><br>
<b>Halbuki yaşamak için yiyen Kızılderililer kadar olabilseydik,</b> dünyamıza bu kadar zarar vermemiş olurduk en azından. Bu kadar birbirimizi yeme noktasına gelmemiş olurduk hırsımızdan. <br><br>
<b>Bir düşünür; “Dev gibi eserler vermek için, karıncalar gibi çalışmak gerek” demiş. Fatih Altaylı bir yazısında bu sözü “İnsan gibi yaşamak için eşek gibi çalışmak gerek” </b>şeklinde ifade etmişti. <br><br>
Ne dersiniz dostlarım? <br><br>
Hayattaki varlık sebebinizi bulmak ister miydiniz? <br><br>
Hangi işi yaptığınızda ruhunuzun yücelebileceğini anlamak ister miydiniz? <br><br>
<b>Rahibe Teresa, bazen 18 saat çalışırdı. Hem de hiç yorulmadan. Florence Nightingale bazen yaralılar arasında sabahlara kadar (çalışmak ne kelime) çabalıyordu,</b> didiniyordu, yırtınıyordu. O da yorulmuyordu. <br><br>
Tarihe iz düşenlerin lügatinde yorulmak olmaz dostlarım. <br><br>
Tarihe iz düşenlerin hesabında da 16 saat çalışmanın hesabı olmaz. Onlar varlık sebeplerini bulmuşlardır. Erişmek istedikleri o yüze hedefleri doğrultusunda çalışmaktan asla yorulmadıkları gibi, çalışmadan yaşadıkları bir hayattan da asla zevk almazlar. <br><br>
Onun için bilge insan Konfüçyüs, <b>“İnsan daima sevdiği işi yaparsa, hayatında bir gün bile çalışmamış sayılır” </b>diye boşuna dememiş. <br><br>
Hem gönlünüz, hem ruhunuz, hem zihninizi hem de bedeninizi şad edecek bir işe odaklanın bütün gücünüzle canlarım. <br><br>
Sizin de yaşadığınıza değsin şu koca hayat. <br><br>
Aramak ya da bulmak… Sadece aramak kastıyla aramak. Ya da bulmak kastı ile aramak… Bu ikisinin bile arasında o kadar büyük farlılıklar var ki… Şartlar ne olursa olsun, bulma azmindeki kişilerin, her türlü kısıt ve engel arasında bile gönlüne göre bir şeyler bulabildiğini anlatmıştık. <br><br>
İşsizlik bugünün Türkiye’sinin en büyük sorunu olarak görünüyor. Ama şunu da çok iyi biliyorum ki, işsizlik diye bir şey yok. Bütün samimiyetimle, bütün inancımla, bütün içtenliğimle söylüyorum bunu. Gerçekten yok. <br><br>
Kendi çalıştığım veya dışarıdan tanıdığım tüm iş yerlerinde eleman sıkıntısı var. Patronlar gönüllerine göre eleman, elemanlar da gönüllerine göre bir patron bulamıyorlar. <br><br>
<b>Bulamadıkları için de, patronlar sık sık işten atma, işten çıkartma butonunu kullanıyorlar o elemandan istedikleri verimi alamadıklarında… Elemanlar da “Hadi gel, başka bir iş yerine gidelim. Bu sefer de şansımızı orada deneyelim…” butonuna yükleniyorlar, bir problem yaşar yaşamaz. En küçük bir sorun karşısında bile…</b><br><br>
Hal böyle olunca, ortaya 3.5 milyonu aşkın işsiz çıkıyor. Bir O.D.T.Ü.’lü olarak bunu yazmaktan utanıyorum, ama her iki O.D.T.Ü.’lüden birisinin işsiz olduğu raporunu yayınladı, Lütfi Kırdar’daki son İK Zirvesinde uzmanlar. <br><br>
<b>“Turn over” dediğimiz işten çıkma ve yerine yeni elamanların yerleşme oranını gösteren ibre yüzde 70’leri düşmüyor, maşallah!</b><br><br>
Çalışan memnuniyetini araştıran “2007 İK Raporu”na göre elemanların yüzde 86’sı çalıştığı işi, iş yerini, patronunu sevmiyor. Ve işini sevmeyenlerin beli daha çok ağrıyor. <br><br>
<b>Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, ” İşinden memnun olmama, takdir edilmeme bel ağrısında risk faktörüdür” diyor. <br><br>
ABD’deki işini sevmeyenlerin çektiği bel ağrısı ve bunun fizik tedavi veya ameliyatla sonuçlanan iş gücü kaybı değerinin 50 milyar doları aştığı tahmin ediliyor.</b><br><br>
Çalıştığı iş yerinden memnun olmayan, işini sevmeyen, çalışma arkadaşlarıyla iyi geçinemeyen bir iş dünyası yaratmışız. <br><br>
Kişi iş yerinden memnun olmadığı için, işe gitmek bir ölüm gibi geliyor. Yollarda gördüğümüz üzgün, küskün, yorgun, kırgın, bitkin tipler bunlar işte… Sabah yataktan kalması bile dert olan, çalışma azmini kaybetmiş kişiler. <br><br>
<b>Kişi işini sevmediği için, yaptığı işten gurur duyamıyor. Varlık sebebini gerçekleştiremiyor.</b> İnsan psikolojisini harap eden bir durum, işe yaramadığını düşünmek. Bu düşüncede olan insanların yaşam arzuları kayboluyor. Kendilerini beğenemiyor, yaptığı işi önemseyemiyorlar. Çürük işlerin, kofti mesailerin, başarıyla sonuçlanmayan çalışmaların sebebi haline dönüyor bu memnuniyetsizlik. <br><br>
Kişi çalışma arkadaşlarıyla iyi geçinmediği için de, iş yerinde türlü entrikalar baş gösteriyor. Kelle kopartmalar, alengirli işler, kumpaslar, ayak kaydırmalar alıp başını gidiyor. <br><br>
<b>Merhum Sabancı ölmeden bir ay önceki görüşmemizde, işe alımlardaki prensiplerini sorduğumda; “Biz kurumlarımızda iyi huylu insanlar arıyoruz” demişti.</b><br><br>
Geçimi iyi olan. Güzel ve iyi huylu insanlar. <br><br>
<b>Yapı Kredi Koç Bank birleşmesinde, üniversitelerin bankacılık – işletme – iktisat ve ekonomi bölümlerinden mezun onlarca diplomalı kişinin yerine, çaycı, müstahdem, ahçı, güvenlik görevlisi ve şoförün işe alınması da bu yüzden sanırım. <br><br>
İş ararların zihinlerine kazımaları gereken ilk prensip, iyi bir iletişimci olmaları gerekliliğidir. <br><br>
İyi bir müzakereci. İyi bir çatışma yöneticisi. İyi bir uzlaşmacı.</b><br><br>
Ama maalesef gördüğüm bunun tam tersi. En küçük kıvılcımda bırakın problemi çözmeyi, bir araya gelmeyi bile reddeden, onun yüzünü göreceğime… diyerek çekip giden insanlar yığını haline gelmiş, çalışma hayatı. <br><br>
Bir insan hangi durumda iş yerini hemen terk eder? <br><br>
<b>Yüzde 99, işini sevmediği için, değil mi?</b><br><br>
İşini sevmeyen insanlar, ben buna niye katlanmalıyım diye sorar kendi kendine. Zihninde iş yerinde yaşadığı probleme katlanmayı gerektirecek bir anlam bulamayınca da… Ver elini başka şirket. <br><br>
Peki, çalıştığımız iş yerlerini sevmenin bir yolu yok mu acaba? <br><br>
Var, var! Olmaz mı? <br><br>
Bütün danışanlarıma, bana e-mail yazıp soru soran okurlarıma, tüm seminer katılımcılarımıza söylediğim ortak söz; “insan sevdiği işi yapacakmış, meğer.” <br><br>
Onlar da hemen sorarlar; <b> “Peki hocam, sevdiğimiz işi nasıl bulacağız?”</b> <br><br>
Ya da bu işin sevdiğimiz iş olup olmadığını nasıl anlayacağız? <br><br>
İşi sevmek, eşi sevmek gibi bir şeydir. Bu bir enerjidir. Elektriktir. Bir histir. Anlarsınız. <br><br>
Ama size genel olarak çalıştığınız işi sevip sevmediğinizi anlayabilmek için birkaç basit kural vereyim; <br><br>
1.Çalıştığınız işle ilgili <b>yılda en az bir buluş yapamıyorsanız</b>, o işi bırakın. Çünkü rutine dönmüş demektir çalışmalarınız. Bir yenilik katamıyorsunuz demektir. Yeni bir şey bulamıyorsunuz demektir. Bırakın. Yerinize taze kanlar gelsin. <br><br>
2.Çalıştığınız işle ilgili <b>ayda en az 4 rüya göremiyorsanız</b>, o işi bırakın. (Karabasan ve kabuslar rüya sayılmaz) Bütün gönlünüzle bir yabancı dili öğrenmeye başladığınızda ne oluyor? Rüyalar İngilizce, Almanca, Arapça olmaya başlıyor değil mi? Aynen öyle. İşinizi seviyorsanız, bilinçaltınız işinizle uğraşır. Beden uyur ama bilinçaltı, rüyalarla sizi işinizle ilgili çözümlere ulaştırır. <br><br>
3.<b>Günde 16 saatinizi işinize ayırmıyorsanız</b>, işinizi bırakın. (Bu kural kariyerinin ilk 10 yılındakiler için geçerlidir) “Günde 16 saat çalışmak x 10 yıl = O işte ilk yüze girmek” formülü, sizi gerçek başarıya ulaştırır. Ama o işi sevmiyorsanız, niye günde 16 saatinizi veresiniz ki? Üstelik 16 saat yerine 8 saat çalışırsanız, ilk 200’e, 4 saat çalışırsanız da ilk 400’e girersiniz. (Buradaki çalışmak mesai öldürmek anlamında değildir. Gerçekten bütün varlığını ortaya koyarak bir çalışmayı kastediyorum.) <br><br>
4.Çalıştığınız iş dışında <b>ek işler yapıyorsanız</b>, o işi bırakın. Varlık sebebiniz olan iş, tek ve asıl ve asil işinizdir. İş eş gibidir. Üstüne kuma, metres, sevgili, dost kabul etmez. İş, sizinle arasında psikolojik bir bağ kurar. Kıskanır. Kendini size açmaz. Sırlarını göstermez. Sadece ve sadece ona odaklanmanızı, ona konsantre olmanızı, onun için çalışmanızı bekler. Eğer bunu yaparsanız, bunların karşılığında size başarı denilen o müthiş mükafatı verir. Ama mesaiden, odaklanmadan ve sevgiden çalarsanız, o da sizin başarınızdan çalar. İş canlı bir organizmadır. Ona göre davranmanızı bekler. <br><br>
Ve ister şu anda çalıştığınız iş olsun, isterse yeniden aradığınız bir iş. <br><br>
Bir iş, sizi başarıya götürmek için ilk önce onu sevmenizi bekler. İş sevginizle beslenir. Sevginizle yaşar. <br><br>
İş ararken, herhangi bir iş değil, sevdiğiniz işi arayın canlarım. <br><br>
Eş ararken nasıl bir eş arıyorsunuz? <br><br>
Yolda ilk gördüğünüz kıza evlilik teklif ediyor musunuz? Ya da ilk karşınıza çıkan kişi ile evleneceğim diye bir kumar oynuyor musunuz? <br><br>
Bunu yapmayan bir insan olarak, nasıl olur da beni ilk kabul edecek iş yerine girerim diyebiliyorsunuz. <br><br>
Aradıklarınız, hep sevdikleriniz içindense sorun yok. <br><br>
Ya da ne aradığınızı kesinlikle biliyorsanız…<br><br>
Ama iş öylesine rastgele diye aranacak bir şey değil. <br><br>
Öylesine ararsanız, öylesine bir iş bulursunuz. Ve öylesine bir yaşam sürersiniz. Sakın ama sakın ha! Öylesine yaşamayın olur mu? <br><br>
Değsin yaşadığınıza. <br><br>
Hayatınızın karşılığı olan bir iş sevin. Hayatınıza değecek bir iş bulun canlarım. <br><br>
Ben sabırlıyı, beklerim derseniz, haftalık bültenlerimizi hiç okumayın, işinize bakın. Eğlenin, dinlenin. Yılsonunda piyasaya çıkacak kitabımızı alıp okursunuz. Ama yok “ben bugünün işini yarına bırakmam. Bir yıl bekleyecek kadar da sabır gösteremem” diyorsanız, işte size kendinizi bir iş arardan iş bulura çeviremeye yardımcı olacak bir kitabın ilk bölümü… Umarım kariyeriniz için mükemmel bir yol arkadaşı ve kılavuzunuz olur. <br><br> <b>İspanyol ressam Pablo Ruiz Picasso II. Dünya Savaşı sırasında “Ben aramam bulurum” demişti.</b> Pearl Harbour’dan Hiroşima’ya, Normandiya’dan Çanakkale’ye bütün dünyayı yakıp yıkarken, o bütün kötülüklerin, ölümlerin ve yıkımların arasından dünya tarihine miras olarak kalacak eşsiz eserler çıkartmasıyla ünlüydü. <br><br> Tarihin bilinen en üretken sanatçısı olan bu sıra dışı adam, her biri bir şaheser olan 13 bin 500 resim, 34 bin kitap resmi, 300 eşsiz heykel ve birçok paha biçilemez seramiği o kısa ömrüne sığdırdı. <br><br> Sanatçı bir aileye mensup olan Picasso’nun anne ve baba tarafından ressam akrabaları vardı.<b> Bebekken ilk söylediği sözcük, İspanyolca kalem anlamına gelen “Lapiz’in kısaltılmışı olan “Piz” olmuştu. </b><br><br> Herkesin yıkım gördüğü, ölüm gördüğü yerlerden yüzyıllar boyu ölmeyecek eserler üretmeyi başarmış bu adam, yaptıkları ve yapacakları hakkında sarsılmaz bir inanca sahipti. <br><br> Her şeyden önce aramak kastıyla dolaşmazdı. Ölümün kol gezdiği savaş meydanlarında bile bulmak kastıyla gezerdi.<b> Herkesin ölümden kaçtığı o meydanlarda, Picasso ölümsüz eserlerine ilham verecek sayısız ilhamlar bulurdu.</b> <br><br> Her zaman bir şeyler bulacağına inanırdı. Guernica kasabasının Alman bombardımanı sonrasındaki durumundan çok etkilenen Picasso, savaşın yıkımını resmettiği kesik kol ve bacaklarla dolu ve özellikle bir kucağındaki ölmüş bebeğinin, eşinin, arkadaşının portesini resmettiği bir eserine Guernica adını vermişti. (Bu eser Picasso’nun en ünlü eseri olarak kabul edilir.) <br><br> Yıllar sonra arkadaşı Max Jacob’u Almanların toplama kampında öldürecek olan Alman komutan, Guernica’ya geldiğinde resimden çok etkilenip, <b>bombardıman esnasında bile atölyesinde çalışan Picasso’ya “Bunu siz mi yaptınız” diye sorduğunda ressamın cevabı da eserleri gibi eşsiz olur; “Hayır, siz yaptınız!” Türkiye’nin en büyük iş arama ve iş bulma portalında, siz sevgili iş ararları bir an önce gönlündeki iş için mükemmel bir iş bulura çevirmek amacıyla yazdığım bu yazıda, acaba neden Picasso ile başladım, hiç düşündünüz mü? <br><br> Her arayanın bulamadığı, bulamayanların ise aramaktan vazgeçmediği ama Mevlana’nın dediği gibi, bulanların da sadece arayanlardan çıktığı</b> şu hayat serüveninizde, asıl aradığımız şey nedir acep? <br><br>
<b>Öyle diyor üstat Beyazıd-ı Bestâmi; “Aramakla bulunmaz; lakin bulanlar arayanlardır.” </b><br><br> Kimileri iş arar. Kimileri aş arar. Kimileri eş arar. Ama aslında herkes kendini arar. Bütün bu çabaların altındaki gerçek, insanın <b>Yunus Emre’nin “Bir ben vardır ben benden içeru” dediği içimizdeki ben’i bulmak değil midir? <br><br> “Kendimi arıyorum, gören var mı?” diye niye soruyor Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri </b>acaba? <br><br> Hayatın anlamıdır çünkü aramak. Ve hatta aramamak yaşamamaktır. Yani aramak yaşamaktır. Hayatta kalmaktır. <br><br> Aramak ben yaşıyorum demektir. Ben buradayım demektir. Bulmak ise, işte ben buyum demektir. <br><br> Bütün bu çaba kendimizi sunmaktır. Fark edilme çabasıdır hayat. Fark edilmemek ölümdür, yok olmaktır. Fark edilmek ve seçilmek ölümsüzlüktür. <br><br> Bulamamak ise, kaybetmek değil kaybolmak demektir. <br><br> <b>Çünkü bulamayanlar, aradığı işi bulamayanlar değildir. Onlar kendilerini bulamadıkları için, çalışma hayatlarındaki eşleri olan ruh işlerini bulamamışlardır. </b><br><br> Evlilik de böyle değil midir? <br><br> Kendilerini bulamayanlar, kendilerinin ne olduğunu bulamayanlar, evlilik hayatlarındaki eşleri olan ruh eşlerini bulmadıkları için perişan değiller mi? <br><br> <b>Bütün doğu tapınaklarının kapısını süsleyen Socrates’in o ölümsüz sözünü gel de anma şimdi; “İnsan, kendini bil” </b><br><br> Kendini bilen insan, önce ne arayacağını bilen bir insandır. <br><br> Bunu niye arayacağını bilen insandır. <br><br> Bulunca ne yapacağını bilen insandır. <br><br> Peki ama çoğunluğun kendini bulamadan öldüğü şu dünyada, bulamadığı bir şeyi nasıl bilecek insan? Neyi arayıp, neyi bulduğunu? Aradığını bilmediği için, bulduğunun gerçek aradığı olduğunu? <br><br> <b>“Buluncaya dek onları ararsınız ama bulduğunuzda aramaya değmez oluyorlar hocam” demişti bir okurum.</b> <br><br> Acaba iş bulana kadar ne iş olsa yaparım ağabeycilerin, işe yerleştikten birkaç gün sonra hiçbir iş yapmamaya başlamasını da açıklıyor mu bu tespit? <br><br> Ya da 3 saat süren evlilikleri? <br><br> Öyle ya. Her şey arayana kadar. Bulup elde edince, bütün cazibe bitiyor mu ne? <br><br> <b>“İnsan ancak anladığı şeyleri duyar” diyor Goethe.</b> Seçtikleri de hep anladıklarından demek ki. Peki, öyleyse bu bir kısır döngü değil mi? <br><br> Gerçek potansiyelini nasıl bulacak insan, bu kısır döngüden kurtulmadan? <br><br> <b>Hoca Nasrettin de bu gerçeğin peşindeydi bence. Evde kaybettiği anahtarı yolda ararken, anahtarı niye kaybettiği yerde aramadığını soranlara, “orası karanlık, arasam da sonu belli” </b>diye cevaplamıştı. Yani sonu hüsran olacak bir arama işine girişmektense, o an için ona başka bir şey bulduracak değişik bir çabaya girme bilgeliğiydi onunkisi! <br><br> Bugün birçoğumuzun yapamadığı bir bilgelik. <br><br>
İki çoban oturmuş çimenlerin üstüne öğle molasında. Açmışlar çıkınlarını. Bilo çıkındaki soğanı almış hemen. Bir yumruk, soğanın tepesine. İhtimamla soğanın tam ortasındaki cücüğünü ağzına atarken, Maho’nun soracağı tutmuş. Hayal işte. <br><br> “Ula Bilo” demiş. “Zengin olsan ne yerdin?” <br><br> Bilo elindeki cücükten bir ısırık almış kütürdeterek. “Soğanın cücüğünü Maho Ağabey” demiş. <br><br> Ve onun da soracağı tutmuş. “Peki Maho Ağabey” demiş. “Zengin olsan sen ne yerdin?” <br><br> Maho çıkındaki yarısı gitmiş soğanın cücüğünde kalakalmış gözleri. Yutkunarak. “Ula Maho” demiş. “Bana bir şey bırakmadın ki” <br><br> <b>Öyle ya. Büyün bildiğimiz soğanın cücüğü ise, seçtiklerimiz de o cücükle kısıtlı kalmıyor mu? <br><br> “Ne istediğini bilmek, bildiğini seçmektir” diye boşuna dememişler.</b> <br><br> Ne istediğimizi bildiğimiz, hep bildiklerimiz arasından değil de, bilmediğimiz özellikleri ve güzellikleri de keşfedip, hayatımıza maddi ve manevi zenginlikler kattığımız bir yıl olmasını diliyorum 2008’in. <br><br> Gelecek hafta iş arardan iş bulura, serüvenimiz devam edecek. <br><br> Sağlıcakla kalın. <br><br>
turkiyemizin dis ulkelere ihracat yapmasi bence buyuk basari bukadar o ...
İnanılmaz bir çaba ve emekle yazılmış, tahmin etmediğim meslekler.. ...
Merhaba, Home Office iş ilanları için 👉 yenibiris.com #OİŞSENDE! ...
Merhaba, iş ilanlarına göz atmak için yenibiris.com sitemizi ziyaret e ...
Yurtdışı iş ilanları için 👉 yenibiris.com #oişsende! ...
Yenibiris.com | Copyright © Tüm Hakları Saklıdır 2000-2020